24 Temmuz 2014 Perşembe

Görünürlüğünü Arttırmak Adına: Lezbiyen

Neredesin kız kardeşim?
Görünmezliğimizin sorumlusu biziz.
Pembe üçgenimi her yerde giyiyorum. Toplum içinde lezbiyen aşktan veya seksten bahsederken sesimi alçaltmıyorum. İnsanlara lezbiyen olduğumu her fırsatta söylüyorum. 'Erkek arkadaşım' hakkında soru sorulmasını beklemiyorum. Bunun 'kimseyi ilgilendirmediğini' söylemiyorum.
Bunu heteroseksüel kişiler için yapmıyorum. Birçoğu pembe üçgenin ne anlama geldiğini bile bilmez. Birçoğu benim ve kız arkadaşımın tümüyle aşık olduğumuzu veya sokakta kavga ettiğimizi azıcık bile umursamaz. Birçoğu ne yaparsak yapalım bizi dikkate almaz. Diğer lezbiyenlere ulaşmak için yaptığımı yapıyorum. Diğer lezbiyenlerin beni heteroseksüel sanmalarını istemediğim için yaptığımı yapıyorum. Ben açığım, her zaman, her yerde, çünkü sana ulaşmak istiyorum. Belki beni fark edeceksin, belki konuşmaya başlayacağız, belki arkadaş olacağız. Belki de tek bir kelime bile etmeyeceğiz ama gözlerimiz buluşacak ve ben seni çıplak halinle hayal edeceğim, terliyorken, ağzın açık halde, sırtın kıvrılmış seninle sevişiyorken. Ve bu dünyada yalnız olmadığımızı bilerek mutlu olacağız. Birbirimizi bulduğumuz için mutlu olacağız, tek bir kelime bile etmeden, belki sadece bir dakikalığına.
Ama hayır.
Keten klapanın üzerine pembe üçgeni giymeyeceksin. Sokakta seninle flört edebilmem için gözlerin gözlerimle buluşmayacak. İş yerinde benden kaçacaksın çünkü ben 'fazla' açığım. Barlarda beni döveceksin çünkü ben 'fazla politiğim'. Toplum içinde beni görmezden geleceksin çünkü ben 'lezbiyenliğime' 'çok fazla' vurgu yapıyorum. Fakat sonra benim senin sevgilin olmamı isteyeceksin, benim senin arkadaşın olmamı isteyeceksin, seni sevmemi isteyeceksin, seni desteklememi, varolmak adına 'bizim' haklarımız için mücadele etmemi isteyeceksin.
Neredesin?
Görünmezliğimiz hakkında durmadan konuşuyorsun, konuşuyorsun, konuşuyorsun ve sonra geriye çekilip evinde sevgilinin yanında öylece oturuyorsun ya da bir bara gidip kafayı iyice çekip bir taksinin içinde tökezleyerek evine dönüyorsun ya da sessizce ve kibarca duruyorsun ailenin yanında, patronunun yanında, komşularının yanında ve hatta memurların yanında, ki işte bu insanlar onlar, bizi çarpıtan ve çirkinleştiren, bizimle alay eden, bizi cezalandıran. İşte sonra tekrar evine dönüyorsun ve kendini çığlık atacak gibi hissediyorsun. İşte, ilişkiyle ya da kariyerle ya da senin gibi olan diğer lezbiyenlerle birlikte partilerle öfkeni tıkıyorsun içine ve hala neden birbirimizi bulamadığımızı merak ediyorsun, neden bu kadar yalnız, kızgın, yabancılaşmış hissettiğini.
Kalk, uyan kız kardeşim!!
Hayatın kendi ellerinde.
Ben açılarak her şeyi riske attığımda, bu riski ikimiz için de alıyorum. Risk aldığımda ve işe yaradığında (ki denediğin zaman çoğunlukla işe yarıyor), ben karlı çıkıyorum ve sen de tabii. İşe yaramadığı zaman ise, ben acı çekiyorum ama sen çekmiyorsun.
Ama kızım başka lezbiyenlerin senin için dünyayı daha güvenli hale getirmelerini bekleyemezsin. Daha iyi bir lezbiyen geleceği için beklemeyi bırak! Devrim burada olur eğer biz başlatırsak.
Neredesin kız kardeşim? Seni bulmak için uğraşıyorum, seni bulmak için uğraşıyorum. Nasıl oluyor da seni sadece gay pride gününde görebiliyorum?
Biz açığız. Peki sen hangi cehennemdesin?
- New York Eşcinsel Onur Yürüyüşü’ne katılan Act Up grubu ile birlikte yürüyen insanların dağıttığı manifestodan bir bölüm.
Manifestonun tamamı için; https://eksisozluk.com/entry/10373263

22 Mart 2014 Cumartesi

Kadın

Kadın haklarını ve hatta feminizmi savunan sözde erkekler, erkeklerimiz..

"Sizin yanınızdayım! Bir şey olursa koruyacağım! Benim kadınlarıma kimse karışamaz, öldüremez"ciler..
Sözde yanımızda olmaya çalışıp, önümüzde kolluk kuvvetleri oluşturanlar.

Önce şunu anla, "senin kadınların" diye bir şey yok. Biz teker teker ayrı bireyleriz.
Gerekirse kendimizi koruyabiliriz. Sen yanımızda dur, eyvallah.

Senin korumacı ataerkil tavrına, bizi eve bırakmana, bir şeyler ısmarlamana ve sözde centilmenliğine ihtiyacımız yok!

Öldürme, baskılama, fark görme yeter.

Bankamatiğe, polise, mağazaya bir taş da sen at!

İktidarın şiddet-vandallık olarak tanımladıkları eylemler
Üç kuruş para için günde 12 saat çalıştıran kapitalist mağaza camlarını kırma, borçları yüzünden insanların intihar etmesine neden olan bankaların atmlerini parçalama-binayı ateşe verme, sıktıkları gaz bombaları, plastik-gerçek mermilerle hayatlarımıza göz diken devletin kolluk güçlerine taş-havai fişek atmak, duvar yığınına çevirdikleri yeryüzünde ormanları katledip şehrin ortasında bıraktıkları 2 ağacın gölgesindeki banklardan barikat yapmak reklam panolarını ortadan kaldırmak kendinde bizleri 24 saat kayıt altına alma hakkı gören devletin gözü mobeseleri kırmak, Sokakta donarak ölen insanlara karşı 70 bin dolarlık jiplerin camlarını indirmek, bedenine inen coplara karşı atılan bir tekme…
ASIL ŞİDDET
Günümüzün 12 saatini hayatta kalmak için çalışmak zorunda bırakılmak, barınma hakkını engellemek, maden ocaklarında çalıştırılmak, insanlara bomba yağdırmak, sınırlar çekmek, 24 saat kayıt altına alınmak, insanların dillerini yasaklamak, genetiği ile oynanmış yiyecekler, hayvanat bahçeleri, akvaryumlar, insanların beyinlerini en verimli kullanacağı yaşlarda 4 duvar arasına sıkıştırıp 15 yıl eğitmek, askere almak, cezaevleri…
İktidarlar, kendisine karşı ayaklananların sesi yükseldikçe panik haline bürünür. Demagogların, oportünistlerin ve dalaverecilerin işi zordur bundan böyle. Medya yoluyla kitlelere sağduyu çağrısı yapmaya, atılan iki taşın şiddet eylemine dönüştüğü korkusunu yaratarak sokakta olan insanları birbirine kırdırmaya çabalar. Eylemin amacından saptığını, bu görüntülerin demokrasilere yakışmadığından dem vurmaya başlar.
Muktedirlerin aklı-adaleti bu şekilde ilerler. Başını çıkartıp nefes almaya çalışanları şiddet yanlısı, işsiz güçsüz vandallar olarak göstererek kamuoyunda panik yaratmaya çalıştırır.
Bin yıllık yalanlarınıza karnımız tok. İnsanlar artık devriye gezen polissiz sokakları, kayıt altına alınmadan- potansiyel suçlu damgası altında olmadan yürümek, elindekini paylaşmak, ters çevrilmiş medya araçlarını, pencereden atılmış televizyonları görmek yaşamak istiyor.
Devam! Hepsini yapmaya devam. Bizi rezil bir geleceğin kölesi sandılar. Gelecek paramparça oluncaya dek, mücadeleye devam!


-alıntıdır.

14 Şubat 2014 Cuma

Aşk dediğimiz.

Sevgililer gününde aşkı ele almak istiyorum kendimce. Sevgililer günü tamamen kapitalizm parçası ve ticari bir gündür. Yani çoğu kişinin söylediğine katılıyorum.

Ama aşk?

Aşk, biyolojide insan ve hayvanların yaşaması gereken ve yaşamın devamı için gerekliliği olan bir duygudur. Hayvanların hepsi olmasa da, memelerin çoğu bu duyguyu yaşarlar. Bu duyguyu oluşturan ana öğe, şehvettir. Şehvet ise cinsel arzuyu oluşturan ve birleşmeyi sağlayan bir takım kimyasalların salgılanmasına neden olur.-Bu duyguyu biliyorsun evet.- Testosteron ve östrojen şehvet sayesinde salgılanan hormonlardır. Bilimsel çalışmalar gösteriyor ki, aşık olan insanın beyninde feromon ve tiroksin salgısının artıyor. Ayrıca hani şu aşık olduğunuz kişiye yaptığınız saçma sapan davranışlarınızın nedeni ise, norepinefrin ve serotonin salgısı! Sevgilinizle tartışırken suçu onların üstüne atabilirsiniz evet. İşin asıl kısmına gelelim. Bu salgılar bizim beyni uyaran dopamin salgısını arttırıyor. Dopamin ise uyuşturucu kullananlarla aynı oranda artıyor. Garip değil mi? Etkileri ise, hem keyif verici hem rahatsız edici. Kalp atış hızlanması, kan basınca yükseliş, uykusuzluk, iştahsızlık ve heyecan.
Peki kimler, neden sevgilisinden ayrılınca intihar ediyor? Aşkın bitmesindeki üzüntü ile norepinefrin salgısı artıyor. Bu salgı vücuttaki sinirleri besliyor normalde. Ve arttığında, aşırı sinir, öfke, sebepsiz ağlama krizleri yapıyor, kişiyi intihara sürüklüyor.

Yani "Bana aşkı anlatabilir misin Abidin...."cilere, biyolojik olarak aşkı anlatabilirsiniz. Bu salgıları başka şekilde salgılayacak yol bulursak aşktan da kurtulabiliriz diye düşünüyorum ben?!

Yaşasın halkların tam bağımsız sevgilisizliği! Kahrolsun sevgililer günü! :)


10 Şubat 2014 Pazartesi

LGBTİ

Hasta değiliz.
Garip değiliz.
Anormal değiliz. (Normal neye göre 'normal'?)
Ahlaksız değiliz. (Ahlak ne? Kimin ahlakı?)

Dünyanın tüm lgbti bireyleri!
Özgürleşin!
Sevişin!

Astılar, kestiler, öldürdüler, mimlediler, taciz ettiler, dışladılar, yok saydılar!

Yeni bir dünya mümkün.
Homofobik devlet, yıkacağız elbet.

Canlıları öldürüp zevk için 'yemek' üzerine.

Başlığı 'vejetaryen' veya 'vegan'  kelimelerini kullanarak yazmadım çünkü kaskatı kesilmiş kalpleriniz ve alıştığınız düzeninizi bozmamak için okumayacağınızı biliyordum. Hemfikirseniz, şuan okumayı bırakabilirsiniz.

Vejetaryen olduğumdan beri sıkıntı çektiğim tek şey, vejetaryenliğimi yadırgayan insanlara laf anlatmak oldu. Ne bir sağlık sorunu yaşadım, ne bir eksiklik ne de maddi kayıp.

Karnistlerin yaklaşımları hep aynı, basmakalıp birkaç benzer cümle. Bu arada bilmeyenler için karnizm, insanları belli hayvanları yemeye koşullayan inanç sistemi ya da ideolojidir. Şimdi size o cümlelerden örnek vereceğim.
+Aa proteini nerden alıyorsun?!
+Bende kansızlık var, istesem de bırakamam eti :/
+AMA BİLİYORSUN Kİ EKOSİSTEM GEREĞİ HAYVAN YEMEMİZ LAZIM!!!!!!(şiddetle söylerler bu cümleyi genelde. ağızlarından tükürük fışkırır.)
+Doğanın gereği bu.
+Dinimiz bize bunu emretti!
+Etten alacağın vitamin başka bir şeyde yok..
+Yaaa valla tebrik ediyorum ama ben tadını çok seviyorum. Yemezsem doyduğumu anlamam:)))
+Sebzeleri de yeme o zaman! Onlar da canlı! (3/A sınıfından B.K'yı dinlediniz..)

Cevaplarını hep veriyorum hatta bilimsel verilerle açıklıyorum ama asla tatmin olmuyorlar. Şimdi tekrar açıklamaya çalışacağım.

Etlerden alacağınız herşeyi, sebzelerden de alabilirsiniz. 3 soru çürümüş oldu.
Mesela en çok protein dendiği için proteini açıklıyorum.
Soya bazlı besinler protein bakımından çok zengindirler. Üstelik doymuş yağ oranı ettekinden çok daha fazla düşüktür. Ayrıca vitamin, mineral ve lif içerirler. Baklagiller, bezelye, pirinç ve kuruyemiş de protein kaynağıdır. Ayrıca vegan değil de, vejetaryenseniz yumurta ve peynirde de oldukça fazla protein vardır. Sadece yumurtayla bile karşılayabilirsiniz.

"Tadını çok seviyorum"culara bir şey anlatamam, anlatmam. Kendine "hayvansever" derlerse, o zaman susturumazlar beni. Afiyet olsun cesetçiler.

Doğanın gereği bu değil. Ekosistem dendiğinde "kaplanlar da geyikleri yiyor." diyorsunuz. Kaplan ağaçla mı beslenecek? Ama sen sebzeyle beslenebilirsin. Üstelik hiçbir zararı da olmaz sana. Et yemek sana bir şey katmaz.

Etin getirdiği bir çok sağlık sorunları var! Gut, romatizma, kanser, verem, apandisit vs gibi hastalıklar 'özellikle' et tüketimiyle ortaya çıkar. Et erken yaşlanmaya neden olur. Çünkü et insan vücudundan olağanüstü bir çalışma bekler. Dr. Bonjuy, etin zararları üstüne bir çok araştırma ve deney yapmış, bilimsel olarak kanıtlamıştır.

Sebzeler de canlı, onları neden yediğimize gelelim.. Sebzelerin acı çekme mekanizması yoktur. Dalından bir adet domates kopardığınızda emin olun dal bunu farketmiyor. :) Veya domates işkence görmüyor, canı acımıyor. Dediğim gibi, ilkokul öğrencilerinin bile sormayacağı sorularla gelmeyin en azından.

"Dinimiz bunu emretti!!" Eğer inancına göre, gökten(!) koyun inmeseydi, oğlunu öldürecektin. Yani dinin emretti diye, en ufak çocuğunu kesecek miydin? Bunu onaylıyorsan o cani kalbini de al git burdan. Neyse, din gibi ütopik bir hayal dünyasına bir olaya girmek istemiyorum. Size de afiyet olsun cesetçiler.

Şimdi karnistler asla bu yazımla tatmin olmadılar. Bir sürü hakaretli, "ama..bla bla bla!!!!!" diye şiddetli yorumlar alacağım hatta 'arkadaşlarımdan'. Ben de buna duyarsızlaşmaya çalışıyorum.
İlk vejetaryen olduğumda abimin bahsettiği, vejetaryenlikten vazgeçenlerin nedenlerinin listesi vardı. Biri 'çevre baskısı'. Haklıymış. Fakat vazgeçenlerden olmayacağım.

GO VEGAN!


Can Aksoy 'Çıldırışına'

İnsanların duyarsızlaşmasına karşı isyanım var! Sırf cinsel yöneliminden dolayı boyunlarından kesilen translar için, ufacık yaşta kocaman adamlarla evlendirilip hatta ilk gecesinde ölen kardeşlerimiz için, onlarca yerinden bıçaklayarak yapılan kadın cinayetleri için veya eylemlerde katledilen dostlarımız için, bir "can aksoy tansiyonu" oluşmuyor. Neden? Alıştığınız için mi insan cinayetlerine? Bakın, demiyorum ki size "bu yapılan doğrudur.". O da vahşet, bu da vahşet. Bu olaya bu denli çıldırdı millet de, diğerlerine neden susuldu? Elbet tepki verildi. "Ah yazık." denildi de, Can Aksoy'un yaptığına tepki verdiğiniz kadar duyarlı mıydınız? İyi düşünün.. İnsanlar diye genelleme yapmak yanlış evet ama üstüne alınması gereken kişilerin zaten şuan farkındalığı oluşmuştur diye düşünüyorum. 

Peki, Can aksoy'un yaptığı vahşete (evet bence vahşet.) karşı, vahşetle karşılık vermeniz?
+Can'ı ölene kadar dövelim!!! Şerefsiz pislik.
-Neden ölene kadar dövelim?
+Çünkü kediyi öldürdü!!!
-Peki şuan, sen ne yapıyorsun?
+....

Videoyu izleyenlerin sinirini anlıyorum ki ben de izledim. Fakat mantıklı düşünmek çok da zamanımı almadı.

Lince karşı linç olmaz.

Kaldı ki kendi düşüncemi söyleyecek olursam tek cümleyle,
Sen allah için kesiyorsun canlıları, o zevk için. Benim için ikisi de hastalıklı bir düşünce, hastalıklı bir davranış.